Birçoğumuzun dönem filmlerinde karşılaştığı, bir çubuğun gölgesinden faydalanılarak zamanın ölçüldüğü güneş saati, zamanın ölçümünde kullanılan ilk araç olarak biliniyor. Yani güneş çubuğu bir noktada saatin ilk icadı anlamına geliyor. Geçmişi Mısır’da M.Ö. 4000’e kadar uzanan bu saat türü, bir çubuğun gün boyunca güneş alacak bir noktaya dikey pozisyonda yerleştirilmesiyle oluşturuluyordu ve çubuğun gölgesinin uzunluğuna bakılarak saat hesaplanıyordu. Bu saatin eksikliği ise güneş battığında ortaya çıkıyordu çünkü gece olduğunda saati hesaplamak mümkün olmuyordu. Yapılan arkeolojik kazılardan bulunan saatin icadı ve mucidi araştırmalarımız bizi Mısır’a, yani Mısırlılara götürüyor. Çünkü ilk güneş saati örneklerine bu coğrafyada karşılaşıyoruz. Güneş saatinin eksilerini kapatan su saatleriyle ise Antik Yunanlılar ve Romalılarla tanışıyoruz. Avrupa’dan başlayıp uzak doğuya uzanan coğrafyada farklı ülkelerde de örnekleri görülen saatler bugün kullanmakta olduğumuz saatlerin gelişiminde farklı roller üstleniyor olmakla beraber M.Ö. 300’lü yıllarda ilk dişli tekerlerin icat edilmesi, o zamanlarda bugün kullandığımız saatlerin yaratılmasında işe yarayacakları bilinmiyor olsa da saatin modern haline kavuşması için oldukça önemli bir gelişmeydi.

Clepsydra adı verilen su saatleri, güneş saatlerinden daha doğru ölçüm imkanı veriyor olmaları nedeniyle, kısa süre içerisinde hızlı bir yayılım gösterirken, kum saatleri ise özellikle denizciler açısından oldukça faydalı oldukları için kıyı ülkelerinde sıklıkla kullanılan araçlar haline geliyorlar. Saatler bölgesel olarak şekil değiştiriyor olmalarına karşın su ve kum saatlerinde temel prensipler standartlaşırken, bu noktadan itibaren mekanik saatlerin gelişiminde Çin’in büyük bir rol oynamaya başladığını görüyoruz. Çinli eğitimcilerden Su Sung’a ait Hsin I Hsiang Fa Yao adlı eserde karşılaşılan 3 metre yüksekliğindeki, su gücüyle çalışan saat arka kısmında yer alan ayarlayıcılarla ilk kompleks mekanik saatlere örnek olarak gösterilebilir. 1300’lü yıllarda yerleşim yerlerinin merkezlerinde kule formunda mekanik saatler inşa edilmeye başlanırken, bu kulelerdeki saat sisteminin yine su saati çizgisinde yol aldıklarını görüyoruz. Sarkaçlı saatin bulunuşu ise temelinde 1582’de sarkaçlı saat incelemelerini yapan ancak çalışmasını tamamlayamadan ölen Galileo’dur. Galileo’nun çalışmalarının izinde, mekanik sistemle çalışan ilk sarkaçlı saatin 1656’da icat edildiği görülüyor. Taşınabilir formdaki saati icat eden kişi ise Peter Henlein olarak tarihe geçmiştir. Henlein’in 16. yüzyıldaki ilk cep saatleri, mekanik yapıları ve üretimde kullanılan materyallerin ağır olması nedeniyle çok ağırlardır.

Saatin icadı ve tarihsel gelişimi uzun bir süreç olmakla beraber, bugün kullanım kolaylıkları ve fonksiyonlarıyla hayatımızda önemli bir yere sahip olan kol saatlerinin icadı 19. yüzyılda gerçekleşiyor. 1810’da Napoli kraliçesi için tasarlanan ilk kol saati Abraham Louis Breguet tarafından yaratılırken, bu ilk adımın ardından seri üretime geçiş ise 60 yılı buluyor. İsviçreli Patek Philippe ise saat dünyasındaki sahneye büyük adımını atarak, kol saatinin seri üretimine başlıyor. O günlerden bugüne ise kol saatleri erkeklere, kadınlara ve çocuklara özel farklı tasarımlar kazanmaya, ek özellikler ihtiva etmeye başlıyor.

Saatler, bugün hala gelişmeye ve değişmeye devam ediyorlar. Hayatımıza kolaylık kazandıran birçok yeni özellikle buluşan saatlerin önümüzdeki yıllarda ne gibi değişimler göstereceğini hep beraber göreceğiz.